G e m i ..M o d e l c i l e r i
Kemal Erdine
Denize Tutulmak
Bu deniz tutkusu bende nasıl başladı ? Benim bile şaşırdığım bir hikaye aslında. Yine de çocuklukta gelişen bir tutku olduğunu söyleyebilirim. Aman sakın yanlış anlayıp da bazı sanatçıların anlattığı gibi "doğarken farkettiler, sesim çok güzelmiş" gibi bir yorum yaptığımı sanmayın.
Ağabeyim yedi yaşında klasik gitar çalmaya başlayan bir harika çocuk. Benim tam aksime. Ben hala odun bile çalamam. O zamanların ünlü ve iyi klasik gitar eğitmeni Rafi Arslanyan da yazları Burgazada da kalıyor. Babam da bir yazlık tutuyor Burgazada'da. Muhtar'ın evi. Tepeye doğru. Bayrak Tepe yolunun hemen başında. Balkona ne zaman çıksam kuğu gibi vapurlar geçiyor. Zaman zaman kum kosterleri, tankerler. Pek sıklıkla balıkçı motorları ve kayıklar. Ben daha 5-6 yaşında bir çocuk. İlgi alanlarım da belli o yıllarda aslında. Deniz filan yok daha. Varsa yoksa böcekler. Dur bakalım tek kanatla uçabiliyormu deneyleri. Yada topal karınca mı hızlı, sağlam olan mı ? Allah günahlarımı affetsin.
Zamanla Adalar Su Sporları Kulübünde yüzme dersleri başladı. Ve antremandan kaçmalar. O zamanlar mahalleden arkadaşım Sezai vardı. Babası gazeteci Erdoğan Sevgin' in de bir kayığı. İşte benim deniz üzerine ilk çıktığım tekne buydu. Vapurları saymazsak tabii. Sezai ile saatlerce balığa çıkardık. Zaman zaman saati unutur, tüm günü Heybeli ile Burgaz arasında Kaşık adasının güneyinde balık tutarak geçirir; karaya çıktığımızda bile sallanmaya devam ederdik. Gel zaman git zaman, adaya gitmez olduk. Tabi balığa da çıkmaz olduk. İlgi alanımıza balıktan, tekneden çok denizkızları girdi. Büyüdük. Okullar bitirdik. Çalışmaya başladık. Ve o denizkızlarından birine vurulduk.
Denizkızı demekle hata ettiğimi, yada hanıma yağ çektiğimi sanmayın. Eşim Yakut' un çocukluk arkadaşı Esra' nın babası bilinen amatör denizcilerden Kemal Efe. Bir de teknesi var. Ve bizim denizkızının pek çok kereler bindiği tekne de bu.
O da ben de dokunmuşuz denize bir zamanlar. Tuzu değmiş tenimize. İster istemez içimize işlemiş. Bu ortak yönümüzü de farkediyoruz zaman içinde. Keşke diyoruz bir teknemiz olsa. Hanım bana söz veriyor sana tekne alacağım diye. Küçük bir model kayık alıyor. Baktık tekne alamıyoruz., ben başlıyorum model yapmaya. Önce plastikten küçük bir kabasotra armalı bir yelkenli yapıyorum. Sonra manş denizinde kullanılan tek yelkenli bir balıkçı teknesi. Ardından ilk gözağrımı yadetmek için bir Ayvansaray balıkçı sandalının omurgasını koyuyorum kızağa. Aylarımı veriyorum. Pek de güzel oluyor, maşallah. Bir Viking gemisi yapıyoruz hep beraber. Oğlum Önder, Denizkızı ve ben. Bir de filika. Sonra da bir karadeniz takası. Hala kızakta. Bu kış tamamlanacak inşallah.
2004 Mayısında karar veriyorum daha çok şey öğrenmeye. Atlantis Yatçılık'tan ders alıyorum. Tolga Hoca sağolsun pek çok şey öğetiyor. Her denize çıkış bir düğün, bir fener alyı oluyor. Yelken basmasını, tramolayı, kavançayı gösteriyor bir bir. Orsa'nın heyecanını, Pupa'nın keyfini öğretiyor. Kuzinede yapılan çayla içimiz ısınıyor. Yada havuzlukta içilen birayla serinliyoruz, vaktine zamanına göre. Artık tekne almak mübrem ihtiyaç oluyor. Ulan diyorum kendime, model yapıyosun ya. Yap birtane kendine.
Allahtan denizkızı sağduyulu, sakinleştiryor beni. Sonra yaz bitmeden Sığacık'a düşüyor yolumuz. Ali Kaptan' ın sıcacık teknesi Albicanla' ya. Sığacık körfezinde 4 gün 3 gece yelken açıp, teknede yatıp kalkıyoruz. Benim niyetim farklı. Bakalım yapabilecekmiyiz. Böyle küçük bir alanda yaşamak, dalgayla rüzgarla boğuşarak dolaşmak Kabul görecek mi aileden. Baş Müfettiş Nazik Abar' da bizimle. Kim mi ? Denizkızı' nın annesi. Bakalım izin verecekmi bana kızını ve torununu derya deniz gezdirmeye. Bir gün hava sert. 37 knot rüzgar var ve Ege' nin üçer üçer gelen dalgaları. Dümen de ben. Boğuşuyorum. Sonun da Limana giriyoruz ve Baş Müfettiş diyor ki "Tamamdır. İnandım, güvendim." Tadı damağımızda kalıyor, dönüyoruz İstanbul' a . İş, güç, yaşam gailesi derken kış geliyor. Artık tekne modelleri ve internette gezdiğimiz sitelerden başka çaremiz yok.
Bahar geliyor yavaş yavaş. Satılık tekne ilanları bollaşıyor. İyi de o fiyatlar ne öyle. Bir tekneye rastgeliyoruz. Pek güzel görünüyor resimde. Denizkızı diyor ki arayalım. Hadi canım. Pahalıdır, alamayız. Israr ediyor. Arıyorum. O da ne. Zorlasak biraz. Kredi filan, çıkarırız aslında. Bir Pazar günü, sağanak yağmurda gidiyoruz Karadeniz Ereğli'ye. Bırakın körfezin ortasındaki tekneye gitmeyi, millet sokağa bile çıkmıyor. O kadar geldik artık.
Teknenin sahibi Zahit Ağabey de kırmıyor bizi. Bir kayık bulup geliyor. Tekne'ye çıkıp bakıyoruz. Tamamdır bu iş. El sıkışıp dönüyoruz. Bakımı, boyası yapılıyor. Zaman geçiyor. İçim içime sığmıyor bir türlü.
Mayısın son, Haziran'ın ilk günlerin de hazır oluyor S/Y Önder. İstanbul'dan işyerinden arkadaşım İsmail'le beraber çıkıyoruz yola. Diyor ki; tamam denizci değilim ama belki bir yardımım dokunur, hem de gezmiş olurum. Ereğli'ye varıyoruz.
Son eksikleri de tamamlayıp denize indiriyoruz Önder' i. Kumanya vs. tamamlanıyor. Sabaha karşı üçte mürettebat hazır. Zahit Ağabey, İsmail ve Ben. Çıkıyoruz yola. Akçakoca'da mola veriyoruz. Hava günlük güneşlik. Deniz sakin. Hadi diyoruz. Kefken' e…
Hava güzel. Sahili göre göre, geze geKıyıya bu kadar yakın seyir demek, 1 mt. Dalgayı 2mt. Almak demek. Hatta o kadar yakın geçiyoruz ki kıyıya, Sakarya nehrinin ağzında çamur deryasında gidiyoruz. Bir kaç kütükten son anda kutarıyor, yola devam ediyoruz. Deniz yine mavi, gökyüzü pırıl pırıl. İleri de Kefken Adası. ze gidelim diyoruz. İlk hatamız da bu oluyor zaten.
Kıyıya bu kadar yakın seyir demek, 1 mt. Dalgayı 2mt. Almak demek. Hatta o kadar yakın geçiyoruz ki kıyıya, Sakarya nehrinin ağzında çamur deryasında gidiyoruz. Bir kaç kütükten son anda kutarıyor, yola devam ediyoruz. Deniz yine mavi, gökyüzü pırıl pırıl. İleri de Kefken Adası.
Nerden çıktı bu bulutlar şimdi. Hay Allah, rüzgarda amma bindiriyor ha. Dalgalar da büyümekte. Neyse canım Kefken ada'ya 2-3 mil bir şey kaldı. 20-25 dakika bir şey. Böyle devam. Hata iki de bu işte. Hala vakit varken derine çıkmamak. Su üstünde olacağına altında olsun.
Beş dakkaya kalmıyor. Bir patlıyor ki hava, Karadeniz neymiş anlıyor insane. Açıkta olsak 2,5 - 3 metre olacak dalga bu kadar kıyıda 4 metreyi geçiyor. İskelemiz kaya dolu. Çıkmaya çalışıyoruz açığa. Başımızı dalgalara gömüyoruz. Dalganın dibinde dört taraf deniz. Tepesinde ise uçuyoruz sanki. Tırmanırken 3 mile düşen süratimiz, inerken 9 - 10 mili buluyor. Yine de ilerleyemiyoruz. Tam çıkıyoruz derken dalgalar getirip koyuyor eski yerimize. Can yeleklerini giydik. Sırılsıklamız. Bir yandan dalgaları kolluyor, bir yandan dua ediyoruz. Her inişte tekne yarısına kadar suya dalıyor. Ne var ne yoksa denizde boca ediyor üstümüze.
Bir yandan telsizle Kefken Ada'da yer alan deniz kurtarmaya ulaşıyoruz. Diyorlar ki açığa çıkın öyle girin. Kayalara çıkacaksınız böyle giderse. Biliyoruz da çıkamıyoruz ki. Bizi yalnız bırakmıyorlar. Sezgin (Öztürk) Kaptan, Nusret Kaymaz, Kenan Yılmaz, Turan Öztürk, Çetin Acar, Özkan Sevilmiş, İsmail Patan. Her biri can dost, her biri içten denizciler . Sağolsunlar. Hep bir ağızdan gayret diyorlar yapacaksınız. Onların verdiği cesaret olmasa çoktan bırakırdık. Derken "Çaat !" diye bir gümbürtü kopuyor. Kaldırıp kafaları direğe bakıyoruz. Sapasağlam duruyor. Eeee. Ne oldu peki derken anlıyoruz dümen telinin koptuğunu. Dualar şahaded getirmeye dönüyor. Hepimiz çaktırmadan ağlıyoruz aslında. Koca koca adamlar.
Derken, kayalara pek az bir mesafe kalmışken bir aliminyum kürek ve ingiliz anahtarından yeke uydurup, son anda kurtarıyoruz paçayı. Ada'dan bizi izliyorlar. Endişelerini hiç belli etmeden cesaret veriyorlar. Hazırlar zaten gerekirse gelip kurtarmaya. O zaman bilmiyoruz ama sonradan öğreniyoruz. Boğuşa boğuşa çıkıp, kıvrılıveriyoruz limanda içeri. Sukunet. Huzur. Yorgunluk.
Karnımızı doyuruyor can dostlarımız. Çorba, makarna yapıveriyorlar. Çay içiyoruz beraber. Önder'e dönüp yatıyoruz. Sabah, tamiratımızı yapıyor Ada'dan çıkıp Kefken limanda kocaman Balıkçı teknelerine aborda oluyoruz. Bir gece önce sorsalar, bir daha denize çıkmazdım; ama o sabah yeniden çıkmak istiyorum denize. Hava hala kötü.
İstanbul'a karayoluyla dönüyoruz. İzin bitiyor çünkü. Sağolsun Tolga Hocam kırmıyor, gidip getiriveriyor tekneyi.
Serince bir Haziran akşamı. Fenerbahçe marinada Önder' i bekliyoruz. Denizkızı, ben ve oğlum Önder. Mendireğin arkasından iki direğini görüveriyorum.
Bağırıyorum. Bakın bakın işte orada. Kuğu gibi süzülüyor. Gülümsüyor tatlı tatlı. Merhaba diyor. Tatsız ayrımıştık. Kızmadın değil mi diyor bana. Nasıl kızarım diyorum bordasını okşarken. Öyle özledim ki seni. Kimse duymuyor konuşmamızı. Sevinçle, heyecanla çıkıyorum güvertesine. Açıyor kucağını, basıyor bağrına hepimizi. Sevgiyle….
 
20.11.2005, Fenerbahçe.
Kemal Erdine
S/Y Onder